SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME KRİMİNALLEŞMEYİ DOĞURUYOR
Devleti yönetenlerin milletin vergileriyle, alın teriyle kurulan ve millete hizmet için işletilmesi şart olan kurumları piyasaya açması, özelleştirmesi her alanda garabet sonuçlara yol açmaktadır ancak sağlık alanında yapılan özelleştirmelerin yol açtığı acı tabloyu ayrı bir başlık altında ele almak gerekmektedir. Çünkü iktidar ve sermayenin kol kola girerek ülkemizi içine ittiği “paran kadar sağlık” evresi, sadece yurttaşların sağlık hizmeti alma haklarının gasp edilmesiyle sınırlı kalmayıp sağlıkta kriminalleşmeyi de beraberinde getirmektedir.
Einstein’ın “bir şeyi basitçe anlatamıyorsanız, o şeyi tam anlamamışsınızdır” sözünü çok doğru bulurum. O yüzden meseleyi daha anlaşılır kılmak için yazıma basit bir kompozisyonla başlamak istiyorum:
Hangi ülke olduğu önemli değil, devlet olgusu, insanların bir arada huzur içinde yaşayabilmesi ve temel ihtiyaçlarını giderebilmesi için vardır. Yani dolaylı ve doğrudan vergiler verip sağlık, eğitim, adalet gibi temel hizmetlere bedelsiz ve tüm yurttaşlarla eşit biçimde ulaşabilmenizin adıdır bu. 18.yüzyıldaki Magna Carta’ dan bu yana insanlar hangi verginin neden istendiğini ve nereye harcandığını sorma hakkına sahiptir ki bu medeniyet için büyük bir kazanımdır. Bugün dünyada birçok ülkede afet olduğunda devleti yönetenlerin vatandaşlarına iban göndermediğini ve örneğin “deprem vergilerimiz nerede?” diye sorulduğunda “size hesap verecek değiliz” diye yanıt vermediğini düşünürsek, vergi-hizmet-yurttaş üçgenindeki ilişkinin iç içeliğini basit biçimde idrak edebiliriz.
Peki biz bunun neresindeyiz? Gelin cevabı birlikte düşünelim:
Dünyanın en karmaşık ve ağır vergi sistemlerinde ilk 5’e giren ülkemizde artık sağlık hizmeti neredeyse bir kamu hizmeti olmaktan çıkmış durumdadır. Yani vergi veriyorsunuz ve Anayasa’da da altı çizilen sağlık hizmetine ulaşma hakkınızın gereğini bekliyorsunuz ancak karşınıza sağlık alanını kâr kapısı yapmış sermaye ve sizi ona adeta mecbur bırakmak için günden güne cılızlaştırılmış kamusal sağlık mekanizmaları çıkıyor. Yurttaş ihtiyaç duyduğu sağlık hizmetini alamıyor, sağlık emekçisi yoksulluğa ve değersizleştirilmeye itiliyor, hayati önemdeki birçok tedavi yöntemi ve ilaç devlet tarafından karşılanmıyor. Kolaylıkla uzatabileceğimiz bu liste beraberinde “paran kadar sağlık” dönemini kapımıza getiriyor. Başlıkta “kriminalleşme” ifadesini kullanmıştık, belki de bu tabloyu en büyük kriminalleşme olarak not etmek abartı olmayacaktır. Peki özelleştirmeler yüzünden sağlık alanındaki kriminalleşme bu saydıklarımızla sınırlı mı? En az bu kadar vahim ve önemli alt başlıklar yok mu? Elbette var:
Herhangi bir şeyi metalaştırıp piyasaya açarsanız kâr peşinde koşanların o şeyin fiyatıyla ilgili de niteliğiyle ilgili de bin bir oynama yapması kaçınılmazdır. Söz konusu olan sağlık olduğunda yurttaş birdenbire özneden nesneye, hasta müşteriye, sağlık emekçileri ise köleye dönüşür.
Odağında insan yaşamı olması gereken bu alanın merkezine insan kazancı koyulur ve Hipokrat yemininin özünde ihtiyaç duyanın kim olduğunu ayırt etmeksizin tedavi için elinden geleni yapmak varken, tedavi olmak bir hak olmaktan çıkıp lüksleşir.
Daha açık konuşalım ve sağlık alanında içinde bulunduğumuz tabloyu netleştirelim, çünkü doğru teşhis olmadan doğru tedaviyi konuşmamız mümkün değildir:
Bu noktaya siyasi iktidarın yıllar boyu sürdürdüğü maksatlı politikalar nedeniyle geldiğimiz muhakkaktır. Sağlıkta dönüşüm, performansa dayalı ücretlendirme gibi uzun yıllar karşısında durduğumuz birçok vahim hamle, sağlığı kamusallıktan uzaklaştırmaktadır. Sağlık hizmeti sunan kamu kurum ve kuruluşları adeta kendi haline bırakılmış, bakımsızlaştırılmıştır. İhtiyaç duyulan kadar sağlık emekçisi istihdam edilmemekte ve bu yüzden hem sağlık emekçisi hem de yurttaş mağdur edilmektedir.
Mevcut sağlık kurumlarını güçlendirmek yerine AVM mantığıyla şehirlerin en uzak noktalarına açılan şehir hastaneleri, hizmete fiili olarak ulaşımı da zorlaştırmaktadır. Yap-İşlet-Devret modeliyle yandaş sermayelere yaptırılan yerler kar edebilsin diye bu yerlerin çevresindeki kamu sağlık kuruluşları zayıflatılmış, kapasiteleri düşürülmüştür. Hizmet garantili devlet hastaneleri yerine yandaşa hasta garantili hastaneler yaptırma metodu öne çıkmıştır. Yurttaşlar yoksulluğa mahkûm edilip sağlıksızlaşırken, bu alana vampir gibi çöreklenen yandaş sermaye köşeyi dönmüştür.
Ülkede son 10 yılda mantar gibi özel hastane türetilmiş ve ülkenin sağlık Bakanı tarafından özellerin önemsendiği ve özel hastane sayısındaki artışın önemli olduğu vurgulanmaktadır.
Sahibi iktidara yakın olan hastanelerin hakkınca denetlenmemesi, sağlık hizmetinin ülke genelinde homojenliğini, bilimselliğini ve güvenilirliğini düşürmüştür. Özel hastaneler sağlık emekçilerine hastalardan bol test ve tetkik istemeleri talimatını verir hale gelmiştir.
Hastaneler bina içindeki sağlık hizmeti sunumunda bazı birimleri şirketlere kiralamaya başlamıştır. Yanlış teşhis ve tedavi şikayetleri artış göstermiştir. Bilimsel tedavi yöntemlerinin yerini, yüzlerce yıl önce tarihe karışması gereken hacamatçılık, sülükçülük gibi ilkel uygulamalar almıştır. Alternatif tıp adı altında bilimsel olmayan metotlar öne çıkarılmış, hem halkın sağlığı daha da riske edilir hale gelmiş hem de bilimsel tedavi yöntemlerine ömrünü adamış sağlık emekçileri geri plana atılmıştır. Tarikatlara hastane açma imkânı tanınmış ve bu hastanelerin çoğu hem tarikatların çevresini büyütmek hem de para aklamak için kullanılmaktadır.
Sağlık hizmeti sunumunun denetimsizliği ve sermayenin kar hırsına terk edilmesi, sağlık emekçisini de bitmeyen bir mobbing, hak gaspı döngüsünün içine atmıştır. Sağlık emekçileri kamu kurumlarında liyakatsiz yöneticilerin baskılarına, özel sektörde ise işsizlik sopasının başlarının üstünde sallanmasına maruz bırakılmaktadır.
Adını koymamız gerekir: Yukarıdaki liste bir nevi suç kaydıdır, organize ve köklü bir şebeke tarifidir.
Özetleyecek olursak; neden-sonuç ilişkisi bağlamında sağlıkta özelleştirme, tam da siyasal islamın ve sermayenin planladığı gibi bir kara ağaç görevi görüp acı meyvelerini vermiştir.
Sağlıkta özelleştirme hırsızlıktır: Halka ücretsiz verilmesi gereken kamu hizmetiyle sermayeyi beslemek, halkın cebinden çalmaktır.
Sağlıkta özelleştirme hukuksuzdur: Yurttaşın bedelsiz sağlık hizmeti alma hakkı ile sağlık emekçisinin mesleki haklarının gaspıdır.
Sağlıkta özelleştirme organize suçtur: Dağın tepesinden atılan kar tanesinin dağın eteklerine çığ olarak düşmesi gibi, denetimsizlik ve odağındaki kâr amacı nedeniyle başka suçlara zemin hazırlamaktadır.
Sağlıkta özelleştirme, sistemin hastalığıdır. Nasıl ki birçok hastalığı tedavi etmek önce onu var eden koşullardan kurtulmakla başlıyorsa, bu hastalığın iyileşmesi için de sağlıkta yeniden kamusal bir dönüşüm şarttır.
Genel Sağlık-İş olarak altını çiziyoruz ki; bu mesele sadece hasta olan yurttaşların ya da sağlık emekçilerinin değil, memleket meselesidir. Bin bir imkansızlığa rağmen sağlık alanındaki vizyonuyla da Avrupa ülkelerine parmak ısırtacak şekilde kurulan genç Cumhuriyetimiz, sağlığına ancak sağlık emekçisi ve halkın omuz omuza mücadelesiyle kavuşacaktır.
Sağlıkta özelleştirme bir hastalık, bugün yaşadığımız garabet tablo da onun semptomlarıysa, reçete de örgütlü ve kararlı bir mücadeledir. ‘Sağlık’la kalın.
Dr. Derya Uğur
Genel Sağlık-İş
Genel Başkanı