Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 06.04.2025 tarihli bir yazı ile üniversitelere, boykot eylemlerine katılan öğrenciler ve bu öğrencileri destekleyen öğretim üyeleri hakkında adli ve idari işlemlerin ivedilikle başlatılması talimatını vermiştir. Söz konusu yazıda, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin eğitim-öğretim hizmetlerini engellediği öne sürülmekte; dahası, bu bireyler yasadışı örgütlerle işbirliği içinde olmakla suçlanmaktadır.
Ancak üniversitelerin depolitize edilmesi amacıyla darbe sonrası kurulan YÖK’ün esas kaygısının eğitim-öğretim olmadığı çok açıktır. Eğer gerçekten böyle bir amacı olsaydı;
•Her öğrenci nitelikli, bilimsel ve ücretsiz eğitime ulaşabilir; geleceğini özel, niteliksiz ve kâr amacı güden kurumların insafına bırakmazdı.
•Ülkenin dört bir yanında “apartman üniversiteleri” mantığıyla kurulan, bilimsel üretimden uzak yapıların sayısı artmazdı.
•Uluslararası akademik ölçütlerden bihaber, hiçbir yayını bulunmayan, liyakatsiz kişilere profesörlük unvanları verilerek öğrencilerin karşısına “akademisyen” olarak çıkarılmazdı.
•Eğitici niteliği taşımayan, yeterli akademik kadrosu bulunmayan fakülteler, siyasi saiklerle ardı ardına açılmazdı.
Tüm bu gerçekler ortadayken, YÖK’ün yazısı yalnızca bir hukuki işlem değil, açıkça siyasal bir duruşun belgesidir.
Bugün, anayasal haklarını kullandıkları için cezaevine konulan 299 öğrenci vardır. Suç oluşturmayan, Anayasa’da açıkça güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullandıkları için özgürlüklerinden yoksun bırakılmışlardır. Oysa;
Eğitim hakkı, tutuklu bulunan 299 genç için de geçerli olmalıdır.
Geleceğe dair umut taşıyabilmek, her vatandaş için olduğu gibi onlar için de temel bir haktır.
YÖK’ün tutumu; öğrencilerin taleplerini bastırmak, yükselen sesleri susturmak ve üniversitelerden doğan toplumsal muhalefeti kontrol altına almak isteyen siyasal iktidarın bir parçası olmaktan ibarettir. Eğitim-öğretim faaliyetinin engellendiği gerekçesi, bu baskıcı müdahaleyi meşrulaştırmak için kullanılan zayıf bir kılıftır.
Öğrenciler, barınma hakkına erişememekte; her gün üç öğün yemek yiyebilen gençler kendilerini şanslı saymaktadır. Bu koşullarda yaşayan öğrenciler, sadece kişisel hayallerinden değil, en temel insan haklarından da mahrum bırakılmışlardır. Tüm bu adaletsizliklere karşı yükselen öğrenci sesi, aslında hepimiz için bir uyarı, bir öğretidir.
Evlerinden, ailelerinden, sevdiklerinden uzakta; çoğu zaman tek başlarına, kısıtlı imkânlarla yaşam mücadelesi veren bu gençler, şimdi bir de hak arayışları nedeniyle hedef gösteriliyor, susturulmak isteniyor. Oysa onların her biri, umutla çıktıkları bu yolda yalnız bırakılmamalıydı. Yoksulluğa, adaletsizliğe ve baskıya karşı verdikleri bu onurlu mücadeleyle hepimize insanlık dersi veriyorlar. Sessiz kalmayan, boyun eğmeyen, düşlerini savunmaktan vazgeçmeyen bu gençlerle yalnızca dayanışma içinde değiliz; aynı zamanda derin bir gurur da duyuyoruz. Onlar, bizim geleceğe dair inancımızı diri tutan en güçlü ışıklar. Bütün ümidimiz gençliktedir! Ve o gençlik, bu mücadelenin yılmaz neferi, demirbaşıdır.
Genel Sağlık-İş olarak bizler, her çocuğun ve her gencin nitelikli, bilimsel, kamusal eğitim almasını en temel haklardan biri olarak görüyoruz. Aydınlık bir geleceğin yolunun özgür düşünceden, eşit koşullardan ve dayanışmadan geçtiğine inanıyoruz. Bu yüzden biz de öğrencilerin yanındayız!